|
|
|
Katogoriler |
|
|
|
|
|
|
|
atatürk3 |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
ATATÜRK'ÜN OKUL HAYATI
|
|
|
OKULA GİRİŞİ
Mustafa Kemal Atatürk 1898 yılı Aralık ayının ortalarında Manastır Askerî İdadisi'ni, notları kendisiyle aynı olan Selanikli Ahmet Tevfik'le birlikte birinci olarak bitirmiş ve orta öğrenimini tamamlamıştır. 1899 yılının Mart ayı ortalarına kadar Selanik'te tatilini geçiren Mustafa Kemal, İstanbul Pangaltı'daki Harbiye Mektebi'nde yüksek öğrenimine devam etmek için Selanik'ten vapura biner ve İstanbul'a, Payitaht'a hareket eder. Böylece bütün çocukluğu ve ilk gençlik yıllarının geçtiği Makedonya'dan ilk defa ayrılır.
Birikimi ile yeni bir hayata atılacağı, kişiliği ve düşüncelerinin daha da olgunlaşacağı Harp Okulu'na girişi (duhulü) 1 Mart 1315/13 Mart 1899, Apolet Numarası 1283'tür. "Harbiyeli Mustafa Kemal", buradaki "1315 Duhullülere Mahsus Künye Defteri" ne "Selanik'te Koca Kasım Paşa Mahalleli Gümrük Memurlarından müteveffa Ali Rıza Efendi'nin mahdumu uzun boylu, beyaz benizli Mustafa Kemal Efendi Selanik 96" olarak, 1282 Selanikli Ahmet Tevfik Efendi (96) ile 1284 Manastırlı Recep Fahri Efendi (95) arasına kaydedilecektir.
Mustafa Kemal, o sene sınıf mevcudu bazı hatıralara göre 900'ü geçen, bazı kaynaklara göre de 736 olan Harp Okulu'nda altı kısma ayrılan birinci sınıfların birinci kısmında idi.
Mustafa Kemal'in birinci sınıftaki durumunu en iyi nakleden arkadaşı Ali Fuat'tır. Ali Fuat Paşa hatıralarında Mustafa Kemal'le tanışmasını ve "Harbiyeli Mustafa Kemal"i şu şekilde anlatmaktadır:
"O zamanki adı "Mekteb-i Harbiye-i Şahane" olan Harp Okulu'nun dahiliye Müdürü Albay İbrahim Bey, nöbetçi subaylarından birini çağırdı:
"Salacaklı Ali Fuat Efendi, sınavlarını vererek mektebe kabul edildi. Kendisini birinci sınıfın birinci kısmına götür."
emrini verdi. Sonra neden gerek gördü bilmem, ilâve etti: "Fuat Efendi, Müşir şehit Mehmet Ali Paşa'nın torunudur. Dedem Mehmet Ali Paşa, 93 Savaşı'nda (1877-1878) Tuna Orduları Başkumandanı'yken şehit düşmüştü".
İçimde tatlı bir heyecan vardı. Düşlerim gerçekleşmiş, ben de dedem, babam, eniştelerim ve ağabeyim gibi asker olmuştum. Bu uğurda sarf ettiğim çabalar boşa gitmemişti. Albay İbrahim Bey'in odasından çıkarken heyecandan az daha selâm vermeyi unutuyordum. Nöbetçi subayı önde, ben arkasında okulun koridorlarını geçtik. O zamanlar, öğrencilerin hafta tatilleri perşembe günleri öğleden sonra başlar, cuma akşamı sona ererdi. Bugün de cuma olduğu için öğrenciler gruplar halinde şen şakrak okula dönüyorlardı. Aralarında Erzincan Rüştiyesi'nden tanıdığım bazı simalar da vardı.
Kendi odasına geldiğimiz zaman nöbetçi subayı hademelerden birine:
Birinci sınıfın birinci kısım çavuşu Mustafa Efendi buraya gelsin. Emrini verdi.
Sonra bana döndü :
Mustafa Efendi, sizden birkaç ay önce Manastır Askeri İdadisi'nden geldi. Çalışkan, iyi huylu ve zeki bir çocuktur. Onunla iyi anlaş.
Kısa bir süre sonra içeriye on yedi, on sekiz yaşlarında; sarı saçlı, parlak mavi gözlü, sarı bıyıklı, pembe yanaklı, zayıfça bir çocuk girdi. Giydiği şık Harbiyeli elbisesini düzgün bedenine pek yakıştırmıştı. Vakurdu. Nöbetçi subayını selamladı:
Emredin efendim.
Senin takımının birinci mangasına, sınavla Harbiye'ye kabul edilen Salacaklı Ali Fuat Efendi'nin kaydını yaptık. Alıp gidin. Kendine ne şekilde hareket etmesi gerektiğini güzelce anlatın. Askeri İdadi'den gelmediğini de dikkate alın.
Sarı saçlı, sarı burma bıyıklı genç Harbiyeli ayaklarını birbirine vurdu.
Emredersiniz efendim, baş üstüne efendim.
Sonra bana döndü. Gayet nazik bir tavırla:
Buyurun arkadaş. dedi, Gidelim.
İkimiz kapıdan birlikte çıktık. Yan yana yürüyorduk. Fakat kolundaki üçü kırmızı ve biri sarı olan şeridi fark edince duruladım. Askerlikte kıdem ve rütbe esastı.
Siz önden geçin çavuşum, ben sizi takip edeyim.
Bu hitabımdan memnun oldu. O önde, ben arkada Dahiliye'den çıktık.
İşte, Türk tarihine şan ve şeref veren aziz ve rahmetli arkadaşım Mustafa Kemal'i böyle tanımıştım. Üzerinden altmış küsur yıl geçmiş olmasına rağmen, o cuma akşamını hâlâ ve bütün heyecanı ile hatırlarım...
Mustafa Kemal, İstanbul'a gelerek 13 Mart 1899'da Pangaltı'daki Harp Okulu'na kaydoldu. İki ay içinde kendisini tanıtarak sınıfının çavuşu oldu.
Şimdi hatıralarıma başladığım yere, Harp Okulu'na dönüyorum. Okula başladığım o cuma akşamını hiç unutmam. Mustafa Kemal önde, ben arkada dahiliyeden çıktık. Okulun asıl koridorundan geçerken koluma girdi:
Önce yatakhaneye çıkalım, size yatacağınız yeri göstereyim. Sonra dershaneye gideriz.
Yatakhanemiz, üst katta Boğaz'a bakan cephenin ortasındaydı. Burasını beğendim. Birinci katta cephesi Nişantaşı istikametinde olan dershanemiz ise, önünde aristokrat daireleri olduğu için içeriye az ışık nüfuz edebiliyordu. Bu yüzden salona "Karanlık Dershane" adı verilmişti. Mustafa Kemal:
Dershanemiz karanlık, fakat bizim yüreklerimiz aydınlıktır.
Dedi ve hangi okuldan geldiğimi sordu. Moda'daki Fransız Sen Josef Lisesi'nde okuduğumu söyledim. Sustu, bir şey daha sormak istediğini, fakat çekindiğini anladım.
Galiba, daha başka şeyler de öğrenmek istiyorsunuz.
Kararsızlığı geçmişti.
Askeri İdadi derslerinin sınavlarını verdiniz mi ?
Hepsinden sınava girdim. Yalnız hesap, geometri ve cebir gibi dersleri Sen Josef'te Fransızca okuduğum için bunlara ait soruların yanıtlarını Fransızca olarak vermek istediğimi söyledim. Sınav Kurulu ricamı kabul etti.
Birden elimi sıktı.
Çok iyi, çok iyi, birbirimize yardımcı olacağız. Merak ettiğim bazı Fransızca eserleri okumak için sık sık sözlüğe müracaat ediyorum. Bundan sonra sizden yararlanmaya çalışacağım.
Bu sırada çavuş işaretinin üzerindeki sarı şerit dikkatimi çekti. Neye delalet ettiğini sordum. Meğer Fransızca sınavına girmiş, başarı kazanmış, ondan dolayı bu şeridi de ilave etmişler. O zamanlar Türk okullarında yabancı dil öğrenimi kolay değildi. Kendi kendisine çalıştığı ve büyük çaba gösterdiği kesindi: Toplamı yedi yüz elli kişiyi bulan birinci sınıfta, kendisi gibi dil bilenlerin sayısının parmakla sayılacak kadar az olduğunu söyledi. Sonra:
Ailenizde asker var mı?
Diye bir soru sordu:
Ailemizin bütün erkekleri askerdir.
Yanıtını verdim. Memnun oldu. Biz konuşmaya devam ederken arkadan:
Fuat, Fuat!
Diye birisinin bağırdığını duydum. Başımı çevirdim, Mehmet Ali ağabeyim bize doğru geliyordu. Kendisine sınıfımızın çavuşunu tanıttım. El sıkıştılar. Okulun üçüncü sınıfında olan ağabeyim:
Mustafa Kemal Efendi'yi gıyaben tanıyorum, dedi.
Manastır'dan gelen arkadaşlar çok övgüde bulundular.
Yeni arkadaşım, övülmekten utanıyormuş gibi başını hafifçe önüne eğdi ve öylece teşekkür etti.
"Kısım Çavuşu" Mustafa Kemal, kısımda önce "Sınıf Başçavuşu" Ispartalı Faik ve Ömer Abdülkadir Yanya ile birlikte birinci sırada oturuyordu. Sonra yanlarına Ali Fuat'ı da alarak dört samimi arkadaş birlikte oturmaya başladılar. Ali Fuat Cebesoy, bunu şöyle anlatıyor:
"Ertesi günü derslere başladım. Birinci sıranın baş tarafında Başçavuşumuz Ispartalı Faik oturuyordu. Bu öğrenci, Bursa Askerî İdadisi'nin birincisiydi. Zeki ve bilgili bir gençti. Ne yazık ki, son sınıfta bir kazaya uğradı ve askerlikten ayrılmak zorunda kaldı. Ispartalı Faik'in yanında Mustafa Kemal ve Ömer Abdülkadir Yanya vardı. Bu kişi, Birinci Dünya Savaşı'nda Sadrazam Talat Paşa'nın yaverliğini yapmıştır. Ben yeni geldiğim için arka sıralardaydım. Fakat birkaç gün sonra durum değişti. Mustafa Kemal, Ispartalı Faik ile konuşmuş:
Salacaklı Fuat'ı bizim sıraya alalım.
Demiş, Ispartalı da bu öneriyi iyi karşılamış olacak ki, öğle yemeğinde yanıma gelen Mustafa Kemal:
Bizimle beraber oturmak ister misiniz?
Diye sordu. Çok memnun oldum.
Siz nasıl emrederseniz, çavuşum.
Yanıtını verdim. Öğleden sonra birinci sıraya geçtim. Şimdi sağımda Mustafa Kemal, solumda Ömer Abdülkadir Yanya vardı. Dördümüz de iyi anlaşmıştık."
DERSLERİ VE NOTLARI
Mustafa Kemal'in birinci sınıfta bulunduğu 1899-1900 eğitim-öğretim yılında Harbiye'de okutulan dersler şunlardı: "Akaid-i Diniye, Topografya, Hendese-i Resmiye, Hikmet-i Tabiye, Askerî Kimya, Askerî Kitâbet, Talim Nazariyatı, Terbiye-yi Askerî, Lisan (Fransızca, Almanca, Rusça), Harita Tersimi (Çizimi), Talim Ameliyatı (Uygulaması), Topografya Ameliyatı".
Mehmet Esat'ın "Mirat-ı Mekteb-i Harbiye"sinde 1900 ve 1901 yılları için verdiği okutulan dersler listesine göre de birinci sınıfta; "Akaid-i Diniyye, Topoğrafya Nazariyatı, Hendese-i Resmiye, Hikmet-i Tabiye, Kimya, Talim Nazariyatı, Malumat ve Terbiye-yi Askeriye, Harita Tersimi, Hendese-yi Resmiye Eşkali, Topoğrafya Ameliyatı, Talim Ameliyatı, Alman veya Rus Lisanı, Kitabet" dersleri okutulmaktaydı.
Mustafa Kemal'in ikinci ve üçüncü sınıf notlarını ihtiva eden defterler Harp Okulu Arşivi'ndedir. O'nun birinci sınıf notlarını ihtiva eden not çizelgeleri de, H. Gök ve M. Uyar tarafından İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi Osmanlıca Eserler Bölümü'nde bulunarak, yeni bir inceleme ile bilim âlemine duyurulmuştur.
Buna göre Mustafa Kemal birinci sınıfta öğrenci olduğu sırada, 1899-1900 eğitim-öğretim yılında, 635'i Piyade, 88'i Süvari ve 16'sı Baytar sınıflarından olmak üzere toplam 739 öğrenci vardı. Bu yıla ait not çizelgelerinde notları bulunmayan 25'i Piyade, 8'i Süvari ve 3'ü Baytar sınıfından toplam 36 öğrencinin muhtemelen okuldan atıldıkları ve gerçekte ikinci sınıfa devam edenlerin toplam 703 kişi olduğu anlaşılmaktadır.
Mustafa Kemal birinci sene Piyade sınıfından eğitim ve öğretime devam eden toplam 610 arkadaşı arasından, toplam 484 not alarak ve 9ncu olarak ikinci sınıfa geçmiştir. Bu seneki not çizelgelerine göre "beher dersin tam numarası yekun-ı umumisi 530" ve "beher dersin üssü mizanı yekun-ı umumisi 234"tür.
Mustafa Kemal'in birinci sınıfta okuduğu dersler ve aldığı notlar şu şekildedir: "Akaid-i Diniye (42), Topoğrafya Nazariyatı (33), Hendese-yi Resmiye (29), Hikmet-i Tabiye (44), Kimya (42), Kitabet (45), Talim Nazariyatı (37), Malumat-ı ve Terbiye-yi Askeriye (45), Lisan-ı Fransevî (44), Harita Tersimi (19), Hendese-yi Resmiye Eşkali (20), Topoğrafya Ameliyatı (20), Talim Ameliyatı (20), Alman veya Rus Lisanı (44).
Bu sınıfta okutulan toplam 14 ders vardır ve 4 adet dersin tam numarası 20, diğer 10 dersin tam numarası 45'tir. Bu duruma göre Mustafa Kemal, 5 dersten tam numara almıştır. Sınıfın birincisi, Üsküplü Ali Şevket Efendi; Vanlı Müştak Efendi'dir. Ali Şevket ve Müştak'ın toplam notları 509'dur.
Mustafa Kemal, 1922'de anlattığı anılarında, İstanbul'da geçen bu ilk yılı için sadece şunları söyler: "Birinci sınıfta gençlik hayallerine tutuldum. Dersleri ihmal ettim. Senenin nasıl geçtiğinin farkında olmadım Ancak dersler kesilince kitaplara sarıldım." Eğer T. Ünal'ın birinci sınıftaki toplam 703 öğrenci için verdiğini tahmin ettiğimiz başarı durumu doğru ise; sınıfını tüm öğrenciler içinde 29ncu; not çizelgesindeki 610 Piyade sınıfı öğrencisi arasından da 9'uncu olarak bir üst sınıfa geçmiş olması, derslere fazla çalışmadan böyle büyük bir başarı sağlaması onun üstün bir öğrenci olduğunu göstermektedir.
Mustafa Kemal, ikinci sınıfta, 1900-1901 eğitim-öğretim yılında 420 arkadaşı arasından, toplam 522 not alarak ve 11 nci olarak üçüncü sınıfa geçmiştir. Bu seneki numara defterine göre "beher dersin tam numarası yekun-ı umumisi 575" ve "beher dersin üssü mizanı yekun-ı umumisi 256.5"tir.
Mustafa Kemal'in ikinci sınıfta okuduğu dersler ve aldığı notlar şu şekildedir: "Akaid-i Diniyye (45), Hizmet-i Seferiye (38 ), Dahiliye Kanunname-i Hümayunu (45), Fenn-i Mimari (41), Fenn-i Furusiyyet Nazariyatı (45), Lisan-ı Fransevî(42), Talim Nazariyatı (43), Malumat-ı ve Terbiye-yi Askeriyye (31), İlm-i Ahlâk (43), Kılıç Talimi (12), İstikşafat-ı Askeriyye (14), Harita Tersimi (18 ), Talim Ameliyatı (20), Ceza Kanunname-yi Hümayunu (44), Alman veya Rus Lisanı (41)".
Bu sınıfta okutulan toplam 15 ders vardır ve 4 adet dersin tam numarası 20, diğer 11 dersin tam numarası 45'tir. Bu duruma göre Mustafa Kemal, 4 dersten tam numara almıştır. Sınıfın birincisi, Manastır'ı da birincilikle bitiren meşhur Selanikli Ahmet Tevfik; ikincisi de Bursa'yı birincilikle bitiren Ispartalı Faik'tir. Ahmet Tevfik'in toplam notu 552, Faik'in toplam notu 551'dir.
Mustafa Kemal, üçüncü sınıfta, 1901-1902 eğitim-öğretim yılında 459 arkadaşı arasından ve 17.5 not olan üssü mizan ve üç yıllık notlarının toplamı üzerinden Harp Okulu'nu 8 nci olarak bitirmiştir. Numara defterine göre, "beher dersin tam numarası" bakımından öğrencilerin "üç senede kazandıkları numaraların yekun-ı umumisi 1635" tir. Mustafa Kemal'in üç yıllık not toplamı ise 1498'dir. "Üç sene nihayetinde umumda sıra numarası 8" dir. Bu sıra aynı zamanda "sicil sırası"nı göstermektedir. Diploma numarası 5998'dir.
Mustafa Kemal'in üçüncü sınıfta okuduğu dersler ve aldığı notlar şu şekildedir: "Sınıf-ı Salise Tabiyesi (41), İstihkamat-ı Hafife (40), Fenn-i Esliha (45), Hıfzı's- Sıhha-yı Askerî (45), Coğrafya-yı Askerî (42), Devlet-i Aliyye Ordu Teşkilâtı (43), Talim Nazariyatı (44), Malumat ve Terbiye-yi Askerî (41), Lisan-ı Fransevî (43), İstikşafat-ı Askeriyye (17), İstihkam Eşkali (18 ), Talim Ameliyatı (19 ), Tabiye Tatbikatı (18 ), Alman veya Rus Lisanı (36)".
Bu sınıfta okutulan toplam 14 ders vardır ve 4 adet dersin tam numarası 20, diğer 10 dersin tam numarası 45'tir. Bu duruma göre Mustafa Kemal, 2 dersten tam numara almıştır. Sınıfın birincisi yine Selanikli Ahmet Tevfik; ikincisi de yine Ispartalı Faik'tir. Ahmet Tevfik'in üç senelik toplam notu 1571, Faik'in toplam notu 1570'tir.
İlk ona giren diğer öğrencilerin sırası ve üç yıllık toplam notları şu şekildedir: "3. Mehmet Müştak, Van (1555); 4. Hayri, Davutpaşa (1519), 5. Ali Şevket, Üsküp (1519), 6. Mehmed Cemil, Süleymaniye (1508), 7. Selim, Çerkes (1505), 8. Mustafa Kemal, Selanik (1498), 9. Ahmed Müfit, Kırşehir (1494), 10. Halil, Trabzon (1490)".
|
HAYATI-2:ATATÜRK'ÜN ÖĞRENİM HAYATI
|
Küçük Mustafa, Şemsi Efendi İlkokulu'ndan sonra bir süre Selânik Mülkiye Rüştiyesi'ne devam etti ise de Kaymak Hafız adlı Arapça öğretmeninin kendisine haksız yere sopa ile vurması üzerine bu okuldan ayrıldı ve Askerî rüştiyeye giden bir komşu çocuğunun giyimini ve genel olarak subayların kılığını pek beğenen küçük Mustafa, askerî rüştiiyeye girmek ister; askerlikten ürken annesi ise bunu istemez, ancak Mustafa bir akrabasının delaletiyle okulun kabul zamanında askerî rüştiyeye gidip imtihan verir ve okula alınır (1893). Böylelikle annesine karşı bir olup-bitti yapmış ve kendisine en uygun gelecek yola girmiş bulunur. Yazları, dayısı Hüseyin Efendi'nin yanına gider, okul zamanına kadar çiftlikte kalırdı. Mustafa bu okulu gerçekten sevmişti. Arkadaşları arasında zekâsı ve üstün yetenekleri ile kısa zamanda kendisini gösterdi ve öğretmenlerinin sevgisini kazandı; öğretmenleri neredeyse kendisine bir arkadaş muamelesi yapma gereğini hissetmişlerdi.
Bu okulda matematik öğretmenliği yapan Yüzbaşı Mustafa Efendi, genç öğrencisinin yetenekleri ve zekâsı karşısında sınıftaki diğer Mustafa'larla aralarındaki farkı belirtmek üzere öğrencisinin adının sonuna "Kemal" ismini ilâve etti. Artık genç öğrenci Mustafa Kemal olmuştu.
Mustafa Kemal, Selânik Askerî Rüştiyesi'ni bitirdikten sonra 1896 yılında Manastır Askerî İdadisi'ne girdi. Burada Ömer Naci ile arkadaşlık yaptı. İlerde ünlü bir hatip olarak tanınacak olan bu kişi, Mustafa Kemal'in hitabet ve edebiyat sevgisinde etkin rol oynadı. Yakın arkadaşlarından biri olacak olan Ali Fethi (Okyar) de bu okulda öğrenci idi. Genç Mustafa Kemal, askerî öğreniminin yanısıra yabancı dil öğrenimini de ihmal etmiyor; yazları izinli olarak Selânik'e döndüğü zaman Fransızca dersleri alıyordu.
Genç Mustafa Kemal, Manastır Askerî İdadisi'ni de başarı ile bitirerek 13 Mart 1899 tarihinde İstanbul'da Harp Okulu'na girdi. 3 senelik başarılı bir Harbiye öğreniminden sonra 10 Şubat 1902'de bu okulu Teğmen rütbesiyle bitirdi ve öğrenimine Harp Akademisi'nde devam etti. 1903 yılında Üsteğmen olmuştu. 11 Ocak 1905 tarihinde de Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle Harp Akademisi'nden mezun oldu. Harp Okulu'nda ve Harp Akademisi'nde de zekâsı, yetenekleri ve üstün kişiliği ile kendisini arkadaşlarına ve öğretmenlerine tanıtmış, onların içten sevgi ve saygısını kazanmıştı. Askerlik derslerine büyük ilgisi yanında matematiğe, edebiyata ve güzel söz söylemeye karşı da merakı ve eğilimi vardı. Harbiye'de ve Harp Akademisi'nde, memleket ve millet davaları ile ilgilenmesi, düşüncelerini cesaretle ifadeden çekinmemesi sebebiyle aydın ve inkılâpçı bir subay olarak tanınmıştı. Devir istibdat idaresi idi ve bu davranışları aleyhine olabilirdi; ancak çevresince gerçekten çok sevilişi, düşüncelerinde samimi oluşu, onun herhangi bir tertibe kurban gitmesini önlemişti. Bununla beraber Harp Akademisi'nden mezuniyetini izleyen günlerde istibdat ve padişahlık rejimi aleyhindeki düşünceleri ve durumu, şüphe çekerek birkaç ay İstanbul'da tutuklu kaldı; sonra bir nevi sürgün olarak vazife ile 5 Şubat 1905 tarihinde Suriye bölgesine, Şam'a atandı.
|
30 Haziran 1918 - 1 Temmuz 1918
|
0 Haziran 1918 Pazar günü öğleden sonra saat 7.30'da Karlsbad istasyonuna muvasalat edildi, istasyonda muvasalatıma intizâr eden otel kapıcısının getirdiği arabaya eşyalarımızı da tahmil ederek, ihzar bulunan ikametgâha gelindi.
Cottage Sanatorium doktorlarından Markotein'in Karlsbad'da bulunan dostu doktor Vermer'e vukuu bulan tavsiyesiyle, mumaileyh tarafından bulunan ikametgâh adeta hususi bir evden ibarettir. İsmi Rudolfshof olan bu ikametgâh otel Pupp mebanisi ittisalinde (yapı kompleksinde) ve büyük hamamın karşısındadır. Doktor Vermer mezkûr evde benim için bir salon, bir yatak odası, bir uşak odası (bir emirber neferim Şevki için) ve hamamdan ibaret aksamı haftalığı 140 krona tutmuş. Ben ilk nazarda memmun olmadım. Pupp'a buna mümasil meban-i âliye (ana bina) ve müdebbdenin (debdebe) şaşaası ve menban-i mezkûre (adı geçen bina)
|
|
|
|
Gece
|
|
udolfshof direktrisi ihtiyar madamın buldurduğu bir, iki kap yemeği yedikten sonra, ertesi gün mutadım hilafında olan erken kalkacağımı düşünerek yattım. Kapıcı saat 5.30'da kaldıracaktı. Saat 7'de su içilecek mahalde bulunabilmek için 1-2 saat evvelden kalkmaklığımı ihtiyatkâr buldum
|
|
Temmuz 1918 Pazartesi
|
|
anenin Josef isminde kapıcısının hiç anlaşılmaz aksanla kapıyı vurarak bir şeyler söylemekte olduğunu işitmekle uyandım. Akşamdan tembih ettiğim için uyandırdığını hatırladım:
-Ya, ya! diye seslendim.
Bu kadar erken kalkmağa alışmamış olan neferim Şevki de, müşkilâtla yatağını terkederek geldi. Traş etti. Fakat bu erkenciliğin mahmurluğunu bertaraf edebilmek için behemahâl bir hamam almak lâzım geldiğine kani oldum. Onun da hazırlanmasını bekledim. Nihayet tuvaletimizi ikmâl ederek saat yedide evden çıkabildim. Josef bize delalet edecekti. Direktrisin iare ettiği (ödünç verdiği) su bardağı elinde olduğu halde Şevki de beraberdi
|
|
|
2 Temmuz 1918 Salı
|
aha giyinmeden direktris geldi, taleb ettiğim Almanca muallimesinin geldiğini haber verdi. Muallimeyi salonda bekleterek giyindim.
Almanca muallimesi Paula Klemm fransızca olarak
- Efendim, bir muallime istemişsiniz, mükâleme için mi, yoksa gramer mi okuyacaksınız...
- Evet istedim, dedim. Fakat ne okuyacağımı bilmem...
- Benim kitablarım vardır. Size gramer kitabı getirdim, oradan okuruz.
- badmazel, dedim, ben senelerce mektebte gramer okudum, lektür yaptım, resitasyon ezberledim; fakat Almanca'yı öğrenemedim. Şimdi Almanca öğrenmek istiyorum.
- Öyle ise, efendim belki, biraz mükâleme ve dikte...
|
|
|
- Pek güzel, fakat Almanca yazarım, dikteye ihtiyacım yok. Mükâlemeye gelince, Almanca olarak dedim ki, onu her gün her yerde bizzaruri yapmaktayım. Ancak bildiğim kelimeleri tekrardan ibaret kalıyor. Maksadımı söyledim, Almanca öğrenmek. Bunun için ne yapmak lazım geleceğini siz tayin ediniz. Bana kalırsa, siz beni evvelâ imtihan edin, ondan sonra kararınızı verirsiniz. Büroya geçtik... Görülüyor ki, kadıncağıza karşı pek müşkülpesent bulundum ve işi talik edip, biraz düşünmek istedim. Kendisine haber göndereceğimi beyan ederek mülakatı ikmâl ettik...
|
|
|
3 Temmuz 1918 Çarşamba
|
aat 6'da kalkmayı düşünürken saat 7'de kalktım. Şevki beni kaldıracaktı, halbuki ben onu kaldırdım, hiddetlendim. Şevki'ye çıkışmaya başladım. Şevki traş ediyordu. Mahmurluktan, benim çıkışmamdan büsbütün şaşırdı. Usturayı sol bıyığımın yanında yanağıma bastırdı. Kan başladı, dindirmek mümkün değil, asabiyetim arttıkça arttı. Çabuk gideyim derken şimdi kanı dindirememek yüzünden tamamen gecikiyordum. Nihayet, şap, pudra, kolonya... Kan durur gibi oldu. Acele acele Şevki ile beraber Markbrun'a gittim. Şevki kadehi dolu olarak alacağı yerde, boş olarak bırakmak istiyor. Kızlar alay ederek, gülerek gideceği yeri gösteriyor. Orada daima hazır duran polis, beni ve Şevki'yi tanımış olduğundan delalet maksadıyla, fakat Şevki'nin kolundan tutarak, bir çocuk gibi kadehi vermek lâzım olan yere götürüyor. Şevki ben görmüyor muyum diye polise tâbi olarak yürüdüğü sırada, yan yan benim bulunduğum tarafa bakıyor. Nihayet
|
|
|
dolu kadehle geldi, kadehi aldım. Suyu orada yavaş yavaş içtim. Bugün geciktiğim zamanı adeta her şeyde istimal ederek telâfi etmek istiyorum.
Su bitince boş kadehi Şevki'ye verdim ve Mülbrun'a gidip, orada beni beklemesine söyledim. Hergün beraber giderdik, bu gün o kadar asabi bulunuyordum ki, Şevki'nin yanımda yürümesinden hiddetleniyordum.
Mustafa Kemal aynı günün akşamı yemeğe gidişini anlatıyor günlüğünde. Bu bölümün başına "Manasız Üzüntü" ibaresini koymuş.
...Asker elbisemi giydim. Saat 7'de imperial'e gittim. Daha henüz salonları temizliyorlardı. Pelerinimi garde de robe'a bıraktım. Otelin bahçesinde epeyce dolaştım. Canım sıkılıyordu. Bir aralık yağmur yağmaya başladı, tekrar otele girdim. Bu defa salona oturdum. Henüz kimse yok. Saat 8 oldu. Müzik başladı. Yemek salonuna geçtim. Obert'e hazırladığı yeri sordum.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Dün tembih etmiştim. - Buyrun Miralay (albay) Efendi! Dedi. Adam zahir halimize bakarak demek ki, ancak miralaylık tevcih ediyordu. General olduğumu anlatmaya çalışmak bir mesele. Sesimi çıkarmadım. Bir küçük masaya oturttu. Yemekten sonra - Bu masanın her vakit akşam yemekleri için bana tahsis olunmasını söyledim. Ve kendimi tanıtmak için kartımı verdim.
Moustapha Kemal Pasha Armeefuhrer
Herr Obert'in bütün bu tafsilatlı karta rağmen bizi Miralay efendilikten başka bir şey telakki edemediğini ve Pacha'nın merkum nazarında tahminini tebdil etmediğini Armeefuhrer'in de medlulünü hiç düşünmediğini zannederim. Çünkü ertesi gün masa üzerine bıraktığı Bestellt (rezerve) levhasının altında kurşun kalemle şu isim yazılı idi. Monsicur Kemal Pacha.
4 Temmuz 1918 Perşembe
|
rogram mucibince saat 7'de Marksbrun önünde kadehimi içiyorum, kadehi yarıladıktan sonra yudum yudum hem içiyor ve hem de Mühlbrun'a doğru yürüyorum. Yağmur yağdığı için açık olana şemsiyemle başımı muhafaza ediyor, paltomu ıslanmaktan vikaye edemiyorum. Muşammamı Şevki'ye vermiştim. O da arkamdan geliyordu. Su bitti, hatvelerimi (adımlarımı) sıklaştırdım. Hızlı hızlı adeta asker yürüyüşüyle yürüyordum. Herkesin bana baktığını ve gülmekte olduğunu gördüm. Yürümeğe devam etmekle beraber etrafıma, geriye bakmıyordum. Bir de ne göreyim. Benim Şevki hemen bir, iki adım mesafayle bana ayak uydurmuş, yere kadar uzanan benim muşammam içinde kendinden geçmiş, kollarım sallayarak beni takib ediyor. Talimhane meydanında acemi efradın yürüyüş talimi esnasında tatbik olunan şekillerinden biri. Ben de gülmeğe başladım. -Ne yapıyorsun? -Hiç efendim, dedi. Zaten Mühlbrun'a gelmiştik....
|
|
|
edemiyordum. Filhakika Padişah'ın değişmesi bir memleket ve millet için pek büyük bir hadisedir. Ben veliaht hazretlerini Almanya seyahati münasebeti ile pek iyi tanımıştım. Aramızda bir dereceye kadar hususiyet ve samimiyet de hasıl olmuştu. Gönlüm onu tahta cülus ettiğini mütaakıb bizzat tebrik etmek mi istiyordu? Acaba bunun için mi teessür ediyordum! Hayır zannederim bu da değil! Kendisiyle başlamış olan münasebeti azami derecede ilerletmek fırsatı elimde iken, müstağni (çekingen) davrandım. Bir defadan maada ziyaretine gitmedim. Hattâ bu defa İstanbul'dan ayrılırken veda' dahi etmedim. İşte teessür bundan ileri geliyor.
|
|
|
|
10 Temmuz 1918 - 11 Temmuz 1918
|
|
|
u iki günün suret-i güzerânını yazmayacağım. Birçok hatıratım gibi bunların da nisyâna karışmasında (unutulmasında) ne beis va. Yalnız şu kadar diyelim ki, insanlar hakikati daima gizlerler
|
|
|
12 Temmuz 1918 Cuma
|
Sabahleyin saat 9.20'de ancak kalkabildim. Bugün su içmek, hamam almak hususlarında program altüst oldu. Akşam üzeri yalnız yürüyerek birkaç saat tenez-zühten (gezinti) sonra Veishaupt lokantasında yemek yedim. Eve avdet ederken ev sahibesini ve kızını gördüm. Yarın gece Courfaus'daki Concert'e davet ettiler. Evde soyundum, çalışacaktım. Bir Fransız madamın bir mösyö ile beraber geldiğini kapıcı haber verdi. Salona kabul ettirdim. Tekrar giyindikten sonra yanlarına çıktım. Bu kadın iki gün evvel Almanca muallimesinin takdim ettiği İsviçreli bir âmâ idi. Fransızca dersi veriyordu. Genç güzel bir kadın, gözleri tatlı bir mavilikte, âmâ olduğu farkedilmiyor. Malûmatlı. Alman, ingiliz, Fransız milletlerinin ıslahîyat ve terakkîyatı hakkında birçok müdâvele-i efkar etti (fikirlerini anlattı). En nihayet kendisinden Fransız lisanında istifade etmek istediğimi söyledim. Haftalığı 100 Kron'a uzlaştık. Beni bu âmâ kadından fransızca ders almağa sevkeden âmil nedir?
|
|
|
Okuyamaz, yazamaz, yazılan şeyi görüp tashih edemez. O halde bu nasıl muallime olabilir?
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
ATATÜRK HAFTASI - GÜZEL SÖZLER
Hürriyet ve bağımsızlık benim karakterimdir.
Cumhuriyeti biz kurduk, fakat sizler yaşatacaksınız.
Her gelişmenin ve kurtuluşun anası hürriyettir.
Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim düşüncelerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeter.
Öğrenciye her ne yaşta olursa olsun geleceğin büyüğü gözü ile bakmalı ve öyle davranılmalıdır.
Okul genç kafalara, insanlığı, saygıyı, ulusu ve ülkeyi sevmeyi, bağımsız yaşamayı öğretir.
|
|
|
|
|
|
|